• Literature  • Ruhani: Gerçek ve Hayal Muhteşem Bir Sonda Buluşuyor

Ruhani: Gerçek ve Hayal Muhteşem Bir Sonda Buluşuyor

Adı Ruhani. Tuhaf bir isim, evet ama seçme şansı yoktu.

Kendi tabiriyle, yeryüzünün ilk şafağından beri burada, aramızda. Her şeyi görüyor, onun için lineer bir akışı olmayan zamanda dilediğince geziyor; tıpkı söylediği gibi, “bir ileri, bir geri, daima salınımda”…

Bir bedeni yok, duvarların içinden geçebiliyor, varlığına dair en ufak bir açık vermeksizin çağları, uygarlıkları, yemek masasının başında toplanmış aileleri izliyor. Ancak eksik bir seyir bu, çünkü her şey görüntüden ibaret; garip, mekanik cızırtılardan öte ne bir ses duyuyor ne de duyurabiliyor kendini. Ta ki bu uçsuz bucaksız hapishanesine gün gibi doğan, onu duyup onunla konuşan “hücre arkadaşı” yanına gelene dek…

Bu kitabı tek mekânda geçen filmlere benzetebiliriz; bilirsiniz, o tür filmlerde yapımın bütçesi şaşaalı kostümler ya da gözünüzü alan efektlere gitmez, elde avuçta ne varsa oyunculuğa yatırılmıştır. Bir de sonları meşhurdur; başından beri ustalıkla anlattığı acı-tatlı masalla sizi sarıp sarmalayan kolların birden gevşediği o baş döndürücü bitişler…

Salih Seçkin Sevinç, gerçekle hayali aynı havanda döverek ikisini de tanınmaz hâle getiren yeni romanında, beklenmedik bir anlatıya unutulmaz bir sonla nokta koyuyor!

RUHANİ’DEN BİR ALINTI:

Etrafındaki insanlar kendi evlerinde ya da kerpiçten yaptıkları mekânlarda toplaşıyor, bu duvarlar arasında çeşitli heykeller barındırıp onların önünde eğiliyor, onlarla konuşuyor, heykellerin önündeki sunaklara yemek ve içki bırakıyorlardı.

Bizim çoban tam da buna sinirleniyordu işte; insanların heykellerle konuşmasına, onlara hediyeler vermelerine, onları sevip öpmelerine, adaklar adamalarına… Kızgınlığını her fırsatta belli etmekten de geri durmuyordu. Zaman zaman heykellerle içli dışlı olan adamlara bağırıyor ve işaret parmağını üzerlerine doğrultup öfkeyle ileri geri sallayarak bağırıyordu.

Bir gün bu izlediğim kavmin insanları, o büyük kerpiç binanın içinde topladıkları heykellere her zamanki gibi hediyelerle gittiklerinde şaşkınlıktan neredeyse küçük dillerini yutacaklardı. Niye biliyor musun? Çünkü o yapının içindeki bütün heykeller, sunaklar ve bırakılan hediyeler bir balta ile darma duman edilmiş, balta da kırılmamış tek ve en büyük heykelin boynuna asılmıştı. Kerpiç binadaki sinirli güruh bunu görür görmez hemen bir araya gelerek bizim çobanın kapısına dayandı tabii. Ne de olsa heykellerden nefret eden bir tek çobandı.

SALİH SEÇKİN SEVİNÇ DİYOR Kİ:

Ruhani bir aşk romanı aslında. Platon’un ideaları ve Aristo’nun yeryüzü elementleri arasında sıkışmış bir aşk romanı. Arkaik olandan beslenen, doğrudan bilinçaltına seslenen bir roman… Bu yüzden kitabın bölüm başlıkları, yeryüzündeki en kadim medeniyetlerden biri olan Hintlilerin yaşamın dört çabası olarak nitelendirdikleri süreçleri işaret eder.

Manevi dünyayı belirten din, ahlak, töre gibi anlamları tanımlayan “Darma”, iş, çalışma, kazanç anlamlarına gelen “Artha”, cinsel zevk, dostluk, sevgi anlamlarına gelen “Kama” ve bu maddi alemin zorluklarından kurtuluşu ve ölümden sonrasını işaret eden “Mokşa”.

Roman, bu dünyaya düşmeden ve bu dünyanın cenderesinden geçmeden kurtuluşa eremeyeceğimizi ifade eder özetle.

Ancak bu bağlamda aşka rastlayan herkes için umut vardır.